Alkali Beslenme: Asitler ve Alkaliler Hayatımıza Nereden Geldi?
Maalesef geçtiğimiz 100 yıldan bu yana endüstrileşme, iklim değişikliği ve çevre kirliliği nedeniyle dünyanın asidik beslenme dengeside hızlı bir değişim gerçekleşti. Artan karbondioksit salınımı nedeniyle okyanusların pH derecesi değişti. Bunun okyanus yaşamı üzerinde pek çok olumsuz etkisi oldu. Deniz suyunun asitliğindeki artış mercan riflerinin dağılmasına yol açtı.
Bitkilerin yetiştiği toprağın pH dereces yediğimiz gıdaların mineral içeriği üzerinde kayda değer etkilere neden olmakta. Yediğimiz bitkilerdeki temel besleyici maddelerin yeterli miktarda bulunması için toprak pH değeri 6 ile 7 arasında, yani ‘nötr alkali’ yönde olmalıdır. Asidik arkasında, toprakta yetişen bitkilerde kalsiyum ve magnezyum azalmakta, toprak asitliği arttıkça bitkilerde kimyasal olarak kullanılabilen demir, manganez, bakır ve çinkoda eksikliğe neden olmaktadır.
Alkali beslenmenin bol miktarda sebze ve meyve içermesi ne kadar önemliyse yenilen sebze ve meyvelerin yetiştiği toprağın asit-alkali değeri de hayli önemlidir. Çünkü bu değer yetiştikleri toprağın kimyasal özelliklerine bağlıdır.
Çağımızda alkali ve asidik beslenmeyle aldığımız doymuş yağ, protein, şeker, tuz (sodyum klorür) artarken magnezyum, potasyum ve lif miktarı azalmıştır. Bu değişimin nedeni geçmişte alkali oluşturan gıdaların yerini, bugün asit oluşturan gıdaların almasıdır. Bu durum vücut yapısı, işleyişi ve genetik ayarlarımıza uygun ve doğru alkali ve asidik beslenme gereksinimleriyle bir tezat oluşturmaktadır.
İnsanın yaşı da ilerledikçe böbreğin asit – baz düzenleyici işlevi azalır, vücut modern beslenmeyle artan asit yükünü dengelemekte zorlanabilir.
Alkali Beslenme Nedir?
Alkali beslenmenin en basit tanımı, hücre kimyası üzerinde tamponlayıcı, alkalileştirici etki yapan gıdalar içeren beslenme tarzı olmasıdır. Bir gıdanın bu etkiyi yapması, onun fiziksel kimyasal özelliklerinden farklı bir şeydir. İşte bu farkın bilinmemesi, genellikle alkali diyetin ne olduğu konusunda kafa karışıklığına neden olmaktadır.
Mandalina, portakal, limon gibi turunçgil meyveler asit nitelikte olsalar bile, aslında vücudu alkalileştirici etki yaparlar. Çünkü içerdikleri sitrat, malat, süksinat ve fumarat gibi tuzlar bunlardaki asidin iki katı kadar fazla bikarbonat tamponu üretir. Bu da turunçgiller ve benzeri gıdaların besin halinde asidik ama vücuda alındıklarında alkali oluşturan gıdalar oldukları anlamına gelir. O nedenle önemli olan gıdanın kimyasal anlamda asit veya alkali olması değil, vücutta asit veya alkali oluşturma özellikleridir. Nitekim sınıflamalar buna göre yapılır.
Vücudumuzu rahatlatmak için, asit fazlası oluşturan beslenme tarzını bırakarak, doku ve hücrelerdeki asit yükünden kurtulmayı sağlayan, enerji üretimini artıran, detoksifikasyonu ve bağırsak onarımını destekleyen alkali oluşturucu beslenme tarzını denemeliyiz.
Modern yaşam ve beslenme tarzıyla alerji, yüksek tansiyon, diyabet, kanser, romatizma ve osteoporoz gibi kronik hastalıklarla gizli kronik metabolik asidoz arasındaki ilişkide özellikle hayvansal proteinden zengin asitli gıdalarla beslenme önemli role sahiptir. Kronik stres, yetersiz fiziksel aktivite, bağırsaktaki disbiyoza bağlı mayalanma ve çürüme süreçleri, alkol ve nikotin gibi faktörlerle ağırlaşır. Yaşlanmayla birlikte böbrek işlevinin azalması bunlara katkıda bulunur.
O nedenle, enerjetik dengemizi koruyan antioksidan elektronların bol bulunduğu doğal ve taze tam gıdalar tüketmemiz, sağlığımız için büyük önem taşır.
Alkali Beslen Canlı Kal
Konu ‘sağlık’ olduğunda, besin belirleyici rolü üstlenir. Ezberden söylemeyi bir kenara bırakıp “Ne yersek ‘o’ oluruz.” sözüne hak ettiği önemi vermenin artık vakti geldi. Doğru besinle kendimizi iyileştirip sağlığımızı pekiştirirken, yanlış besinle kendimize büyük zararlar verebiliriz. Besin, hastalıklara, şehir hayatında maruz kaldığımız toksinlere ve strese karşı mutlak koruyucumuzdur. Önemli olan ise kendimiz için doğru olan besini bulmaktır.
Kimi besinler onarıcı etkiye sahipken, kimisi yıkıcı etkidedir. Onarıcı yapıdaki besinleri ‘alkali oluşturan besinler’, yıkıcı yapıdakileri ise asit oluşturan besinler olarak nitelendirebiliriz. Sağlığın devamlılığı için beslenmemizin %60 alkali-oluşturan, %40 asit-oluşturan gıdalardan meydana gelmesi gerekirken sağlığa kavuşmak için %20 – %80 asit-alkali oranında bir beslenme planı izlemek gerekir. İnsan kanı 7.35 – 7.45 pH oranında alkali dengesine sahiptir. Bu oranın altına düşmek veya üzerine çıkmak hastalık belirtilerine ve rahatsızlıklara sebep olur. 7.0 pH düzeyi nötr düzeydir; pH 7.0 asidik iken pH 7.0 üzeri alkalidir.
Asidik pH pek çok sebepten oluşabilir; ağırlıklı asit oluşturan gıdalardan meydana gelen bir beslenme tutumu, duygusal stres, aşırı toksik yüklenme ve/veya bağışıklık tepkileri gibi. Vücut asidik ortamı sağaltmak için mevcut alkali minerallerini kullanma yoluna gidecektir. Beslenmenin bu sağaltmayı karşılayacak oranda mineral içermemesi durumunda ise hücrelerde asit birikimi baş gösterecektir.
Asidik pH vücuttaki 3 önemli alkali minerali olan sodyum, potasyum ve magnezyum dengesini alt üst eder. Vücut asidik ortamı nötralize etmek için kalsiyumu kemiklerden alarak kullanır. Bunun sonucunda vücutta yedek olarak depolanmış alkali mineral dengelerine zarar verilir. Asidik toksinlerin kalıntıları vücudumuzda; hücre iltihaplanması, eklem ve kemik bozulmaları, eklem şişlikleri, vücut ağrıları, lenf tıkanıklıkları, sümüksü madde üretiminde artış, deri ve cilt sorunları, alerjiler, üşütmeler, grip, bademcik iltihabı, görüş kaybı gibi semptomlara sebep olur. Bütün bunlara ek olarak asidik ortam, mantar ve parazitlerden oluşan enfeksiyonların ağırlaşmasına sebep olur. Alkali-asit dengesi sağlanmış bir beslenme planı ise bedenin ve zihnin genel sağlık durumunun iyileştirilmesinde anahtar rolü üstlenerek sistemimizin onarılıp düzgün ve doğal akışında işleyişine olanak sağlar. Böylelikle, kendimizi sağlıklı, enerjik ve zinde hissedebiliriz. En çok tüketilenlerin başında gelen ekmeğin yanısıra peynir ve et gibi hayvansal protein içeriğiyle asit oluşumuna yol açan besinlerin en aza indirildiği, meyve ve sebze yönünden zenginleştirilmiş bir beslenme planı böbrek taşı oluşumunun önüne geçerken, kas ve kemik yapısını güçlendirir, beyin fonksiyonunu ve kalp sağlığını destekler, bel ağrısını azaltır, kolon kanseri ve tip 2 diyabet riskini önemli ölçüde azaltır.
Meyve ve yeşil sebzelerin büyük bir bölümü, mercimek, bezelye, börülce benzeri taneliler, baharatlar, otlar, tohumlar ve sert kabuklu yemişler alkali beslenmenin temelini oluştururken et, yumurta, baklagiller, tahıllar, balık, şeker ve kümes hayvanları ise asit oluşturan besinlerin başında gelir.
Alkali Beslenmenin Püf Noktaları:
Beslenmeyle Asit – Baz Dengesi Nasıl Sağlanır?
Gün boyunca bolca temiz su kaynaklarından gelen, alkali özellikli, mineral yönünden zengin su içilmesi çok yararlıdır. Suya taze limon, misket limonu veya başka turunçgil meyveler katılması alkali özelliğini artıracaktır. Su yerine bitki çayları da tercih edilebilir. Sıvıların soğuk değil ılık veya oda sıcaklığında tüketilmesi önerilir. Soğuk içecekler sindirimi yavaşlatır.
En güçlü asit oluşturan gıdalar protein yönünden zengin hayvansal gıdalar, yumurta ve peynirlerdir. Mesela 200 gram kırmızı et yediğinizde bunun oluşturduğu asidi nötralize etmek için 1,6 kg sebze yemeniz gerekir. Sebze ve meyveler bikarbonat üreterek hayvansal proteinlerin asitleştirici etkilerini tamponlayabilirler.
Protein yönünden zengin baklagiller, soya, hamur işleri, şeker gibi enerjiden zengin besin maddelerinden fakir gıdalar asit oluşturan gıdalardır. Kahve, çay ve alkol de bu gıdalara dahildir. İşlenmiş gıdalarda bulunan kıvam artırıcılar, sabitleyiciler ve koruyucu maddeler vücutta asit oluşturur.
Alkali besinlerin gıda maddeleri arasında yeşil yapraklı sebzeler ve kök sebzeler, patates, meyveler, baharatlar, bitki çaylarını sayabiliriz.
Kuşkusuz asit oluşturan gıdaları tümüyle beslenmemizden çıkarmak yerine bu gıdaları dengelemeye çalışmalıyız.
İç Hastalıkları Uzmanı, Dr. Hasan İnsel